Merak etmekten kendimi alamıyorum, her şeye rağmen, genel anlamda, sonuç nedir? Bedel nedir, değeri, kazanç? Obould yüzlerce belki binlercesinin ölmesine değecek bir şey başaracak mıdır? Kalıcı bir şey kazanacak mıdır? Yüksek yamaçta cücelerin yaptığı direniş Bruenor’un halkına değecek bir şey getirecek midir? Savunulması çok daha kolay olan Mithral konağına, tünellere çekilemez miydiler?
Bundan yüzyıl sonra; geriye sadece kemikler ve taşlar kaldığında, kimse umursayacak mı? Sezgisi olan ırkların pek çoğunun kalplerinde şanlı savaş hayallerinin ateşini (benimki de onların arasında) körükleyenin ne olduğun merak ediyorum. Bayırdaki katliama bakıyorum ve boşluğun kaçınılmaz görüntüsünü görüyorum. Acının çığlıklarını hayal ediyorum. Son anının geldiğini bilen, ölen savaşçının sevdiklerine yaptığı çağrıları kafamın içinde duyuyorum. En sevdiğim arkadaşımın tepesinde olduğu bir kulenin yıkıldığını görüyorum. Geriye kalan somut şeyler, taş yığınları ve kemikler, kesinlikle savaş anına değmez. Ama merak ediyorum daha az somut olup daha önemli bir yere sahip bir şey mi var? Belki de korkum budur; bütün bu olanlarda bizi tekrar tekrar savaşa çeken bir çeşit saplantı mı vardır?
Son düşünce çizgisinde ilerleyince, savaşın anıları yok olduğunda, içimizde büyük bir şeyin parçası olmayı çok isteyip; sessizliği, sakinliği, olağanlığı, barışı bir kenara atıp müttefik olan şey hepimizin içinde midir? Toplu olarak barışla sıkıntıyı ve gönül rahatlığını aynı kefeye mi koyuyoruz? Belki de sadece acının ve kayıpların keskin anıları ile matlaşan savaşın korlarını içimizde tutuyoruz ve ateşi boğan battaniye iyileşme sürecinin yollarında yok olunca, o ateşler tekrar alevleniyor. Ben kendi içimde bunun bir miktarını gördüm. Kendi kendime; konforların ve gönül rahatlığının mahlûku olmadığımı fark ederek itiraf ettim. Sadece yüzümde rüzgâr, ayağımın altındaki patikalar ve yol boyunca macera ile gerçekten mutlu olacaktım. O patikaları gerçekten de yürüyeceğim, ama bana öyle geliyor ki; Obould’un yaptığı gibi arkanda bir ordu ile o yolu yürümek tamamen farklı bir şey. Zira burada taşların arasındaki kemiklerde, tüm çıplaklığıyla gösterilen
daha büyük bir erdemin düşüncesi var; Silah başına çağrıldığımızda, belli bir amaç için toplandığımızda, zafer için koşarız. Peki, büyüklüğe duyulan bu susuzluk yolunda yakalananlar?
***
Thibbledorf Pwent herhangi bir cüce değildi. Duruşunun ve konuşma isteğinin ve sırıtmasının yumruğu yemesine neden olacağını biliyordu, aslında bu, savaş delisinin her taverna kavgasını başlatmada tercih ettiği yoldu.
Zırhlı yumruğun yüzüne uçuşunu gördü, aslında deneseydi yumruğu kısmen savuşturabilirdi.
Yapmak istemedi.
Kafası geriye doğru giderken burnunun çatladığını hissetti, kanın hücumunu hissetti. Hala gülüyordu. Söz verdi.’Sıra bende’.
Ama kendisini ork un üstüne atmak yerine; mızrağın, gövdesinin ucuyla birleştiği yeri hızla kendine doğru çekti, sonra zıplayıp geçerken diğer eliyle de tutarak mızrağın üzerinden atladı. Tekrar ayaklarının üzerine geldiğinde, mızrak iki omzunun arasından boynunun arkasından uzanır şekildeydi ve her iki eliyle de tutuyordu.
İleri geri tepişerek ve çılgın daireler çizerek dönmeye başladı. Ta ki ork mızrağı bırakana dek.
Pwent yüzleşmek için zıpladı. Ork ağır bir taşa uzanırken yüzünü bir öfke maskesi haline getirdi ve hırlayarak kollarını mızrağın üzerinde döndürdü ve sonra kollarını aşağı indirdi.
Silah kırıldı ve Pwent her iki ucu da yakaladı ve yanlara fırlattı.
Kaya göğsüne çarptı ve bir adım geri gitmesine neden oldu.
‘Oh, ama kendinin de canı yanacak.’diye söz verdi savaş delisi.
İleri atıldı, yumrukları uçarak, dizleri çalışarak ve kafası sallanarak, böylece miğferindeki çivi bir kırbaç gibi orkun yüzünün önünde ileri geri gidip geliyordu.
Ork geriledi, geriledi ve takıldı sendeler gibi oldu ve Pwent başını öne eğip uluyarak ileri atıldı.
Miğferinin çivisinin zincir bağlantılarının arasından ve deriden delerek geçtiğini, ork etini doğradığını, ork kemiğini çatırdattığını hissetti ki bu his savaş delisinin, savaş zengini geçmişinde çok kez yaşadığı bir histi.
Pwent doğruldu, kurbanını da beraberinde kaldırarak, zıplayan orku kafasının üstüne kaldırdı, uzun çiviye takmış olarak.
Fakat şaşırtıcı bir şekilde kendisini hasmıyla yüz yüze buldu. Ancak kılıcını çekmiş ork ileri doğru adım attığında savaş delisi oyunu anladı. Ork düşüşü numaradan yapmıştı ve üstüne bir ceset dayamıştı(aynı anda yerden bir de kılıç kapmıştı),ve Pwent’in kafasının üstünde ağırlık yapan kurban günlerdir ölüydü.
Ve şimdi gerçek hasmın Thibbledorf Pwent kalbine kılcı saplamak için açık bir hamle imkânı var gibi görünüyordu.
Sonraki anlar bulanık geçti. Saplama denemeleri ve vuruşları karşılıklı olarak ve tamamen alışkanlıklarla oldu. Pwent sert darbe aldı ve karışlığında birkaç tane vurdu. Kılıç kolunu sıyırdı, siyah zırhının üzerini kan kapladı, ama hareket sırasında savaş delisi; silahı ork un beklediğinden daha uzağa savuşturarak, yakına gelerek kısa ve ağır yumrukları atmayı becerdi. Ork en sonunda geri çekilmeyi başardığında soluyla Pwent’in çenesine vurmayı başardı ve savaş delisi karşılık veremeden silah tekrar ikisinin arasındaydı.
Bu iyi-,bir ork için çok iyi- diye düşündü Pwent.
Bir başka hırçın savaş dalgası hırlayıp yumruk atarak, saplayıp eğilerek birbirlerinin etrafında dans etmelerine neden oldu. Bütün bunlar olurken Pwent, kafasının üstünde yaklaşık yüz otuz beş kiloluk ölü bir ork taşıyordu. Böyle devam edemezdi cüce biliyordu. Bu şekilde değil.
Bir kılıç hamlesi; eğer karnını çekip kalçalarını zamanında kaçmak için geri atmasaydı, bağırsaklarını dışarı dökecekti. Akabinde ağırlığı kullandı. Başında taşıdığı ölü ork un ağırlığı kalçalarından çok fazla açıkta olduğu için kendisini ileri doğru itti.
Şiddetli sol bir kroşe ile ileri atıldı; ama kendisini şaşırtan bir hareketle ork yere kadar çömeldi ve attığı yumruk başının üstünden geçti. Tökezleyen Pwent’i sadece yaptığı doğaçlama kurtardı. Salladığı yumruğu durdurmak yerine, içgüdüsünün söylediği şekilde, tökezlediği yöne; daha da ileriye devam etti, döndü ve dönerken sağ ayağını kaldırdı.
Tekme savurdu. Temas etmesi gerekiyordu ve etti.Tekme orku birkaç adım geriye doğru itti.
Ama Pwent’te miğferinin çivisine saplanmış halde dönen cesetten dolayı dengesini kaybederek düştü. Bir sonraki saldırıyı karşılayacak kadar hızlı kalkabileceğini ummuyordu.
Orkta bunu gördü, arkadaki ayağından kuvvet alarak öldürmek için koşmaya başladı.
Pwent onu durduramazdı.
Ama ork un gözleri, görünüşe göre, yan tarafta gördüğü bir şey dikkatini çekince fal taşı gibi açıldı. Hamlesini tamamlamadan, savaş delisi, şansla gelen bir duraksamayı sorgulamayan biri olarak, vücudunda ki her kası gerdi ve başını ileri doğru kuvvetlice salladı ve şişlenmiş cesedi hasmına fırlattı.
Ork bir adım geriye yalpaladı ve garip bir inilti çıkardı. Ama Pwent duraksamadı ve ileri doğru atılarak bir salto attı ve cesedin ve altında kalan canlı orkun tam üstüne atladı. Hasmının omzunun üzerinden dönerken, savaş delisi ön kolu ile orkun çenesinin altına vurdu bu arada diğer eliyle de yüzüne vurarak diğer tarafa çevirirken, saçını ve deri başlığını yakaladı.
Orkun arkasında tekrar yere bastığında, Pwent savaşı kazanmıştı. Orkun kafası epeyce sola dönmüş ve savaşçı dengesini kaybetmişti-düşmesini engelleyen şey Pwent’in havada tutmasıydı-ve bunun için hiçbir şey yapamazdı.
Önkolu ile bir tarafa döndürürken eliyle yapacağı en ufak bir çevirme hareketi, orkun boynunu kırabilirdi, bu arada orkun boğazından kanatan Pwent’in çıkıntılı bilekliği, yaratığın nefes borusunu parçalayabilirdi.
Pwent kendisini buna hazırladı, ama orkun ifadesinden bir şey, bir kopukluk, derin bir yara duraksamasına neden oldu.
‘Neden durdun?’
Savaş delisi sordu, kavrayışını bir cevaba izin verecek kadar ve orkun işini her an bitireceğinden emin olacak kadar gevşeterek.
Ork cevap vermedi ve Pwent kafasını acıtacak şekilde itti.
‘Bır şey ıçın durdun’Pwent bastırdı ‘Ne için?’
Ork hemen cevap vermeyince acı verecek şekilde sürükledi.
‘Kızın ismini bilmeyi hak etmiyorsun.’dedi ork bulabildiği havayla hırlayarak.
‘Kız?’diye sordu Pwent ’Burada bir aşığın var, değil me? Ona katılmaya hazır masın?’
Ork hırladı ve sanki Pwent bam teline basmış gibi beyhude çırpındı.
‘Evet?’diye sordu fısıldayarak.
‘Kızım’ dedi ork Pwent’i şaşırtarak ve çırpınmaktan vazgeçti. Pwent kavrayışının altında orkun kendini bıraktığını hissetti.
‘Senin kız? Ne demek ister sen? Burada ne yapıyorsun?’Ork tekrar duraksadı ve Pwent hırçın bir şekilde salladı.’Anlat!’
‘Kızım’ dedi ork ya da söylemeye niyetlendi ama sesi çatallaştı ve kelimeyi bitiremedi.
‘Kızın burrda öldü? Pwent sordu ’Savaşta? Kızını kaybettin?’
Ork cevap vermedi ama Pwent sorduğu tüm soruların cevaplarını orada pes etmiş savaşçının yüzünde gördü.
Pwent orkun derin bakışlarını takip ederek yana, birkaç cesedin yattığı yere baktı.’Bu o, değil mi?’
‘Tinguinguay’ dedi ork nerdeyse sessizce ve Pwent orkun gözünde dökülen yaşı fark ettiğinde gözlerine inanmakta zorlandı.
Pwent yutkundu. Böyle olmaması gerekiyordu.
Kendi kendine işi bir an önce bitirmesi gerektiğini söyleyip kavrayışını arttırdı.
Kendi yaptığına şaşarak orku üstüne kaldırdı ve ileri fırlattı.
‘Sadece kızı al ve defol buradan?’dedi savaş delisi boğazında bir şişkinlikle.
***
Burada ölenleri kim hatırlayacak ve her iki tarafta kayıplarının yerini dolduracak ne kazandılar?
Ne zaman sevdiğimiz birini kaybetsek, hayatımızın geri kalan kısmında o sevdiğimiz kişiyi hatırlamak ve hiç unutmamak için yemin ederiz. Ama biz yaşayanlar bu an ile yarışma halindeyizdir ve çoğunlukla bu an bütün dikkatimize hükmeder. Ve böylece yıllar geçtikçe daha önce kaybettiklerimizi her gün hatta her hafta hatırlamamaya başlarız. Sonrasında Zaknafein’i, babamı, akıl hocamı ve kendisini benim için feda edeni hatırlamıyorum diye suçluluk duygusu gelir. Ben hatırlamıyorsam kim hatırlayacak? Ve kimse hatırlamıyorsa belki de gerçekten gitmiştir. Yıllar geçtikçe suçluluk hissi azalacak, çünkü sürekli olarak unutuyoruz ve sarkaç hatırladığımız ender durumlarda kendimizi alkışlamamız için kendimize hizmet eden düşüncelerimiz doğru yatar. Suçluluk duygusu daima var, belki de sonuna kadar ben-merkezci yaratıklar olduğumuz içindir. Bu bireyciliğin inkâr edilemez gerçeğidir.
Sonunda, biz, hepimiz dünyayı kendi şahsi gözlerimizden görüyoruz.
***
G’nurk ivmesini durdurdu ve şaşırmış cüceyle yüzleşmek için döndü.’Yaşamama izin vereceksin? Diye sordu cüce lisanında.
‘Kızın al ve burdan defol.’
‘Neden bunu…?’
‘Sadece al!’Pwent bağırdı’Sen için vaktim yok, sen köpek. Sen kız için geldin, senin ve kızın için yeterince iyi! Kızı al ve defol buradan!’
G’nurk hemen her kelimeyi anladı, ne olduğunu muhakeme etmek için yeterliydi.
Kızına baktı-sevgili, ölü kızına-sonra cüceye bakarak sordu,’Sen kimi kaybettin?’
‘Ağzın kapa köpek’ Pwent bağırdı.’Git sen ben fikrim değiştirmeden.’
Ses tonu G’nurk’a çok şey anlattı. Bağırmasının altındaki acı, nefret vc kederden oluşan benzer bir birleşimi içinde taşıyan orkun kulaklarında çınladı.
Tekrar Tinguinguay’a baktı. Göz ucuyla, cücenin kafasını önüne eğerek gitmek üzere döndüğünü gördü.
G’nurk sıradan bir ork değildi. Obould’un seçkin muhafızları arasında ve bir eğitmen olarak bu pozisyona yıllara imrenenlere yıllarca hizmet etmişti. Cüce onu yenmişti-bir hile aracılığıyla elbette-ve G’nurk için bu hiçte azımsanacak bir şey değildi; bu biçimde yenilmeyi hiç ummamıştı.
Ama artık o daha iyi biliyordu.
İki sıçrayışta cüceyle arasındaki mesafeyi kapattı ve cüce hücumunu karşılamak için döndüğünde onu seri kısa vuruşlar ve kısa kılıç hareketleri ile özellikle dengesini kazanamasın diye meşgul etti.
Cücenin asla karşı atağa kalkmasına, savunma oluşturmasına izin vermeden bastırmaya, itmeye, dürtmeye devam etti.
Cüceyi geriye sürdü neredeyse yıkacaktı; ama inatçı sakallı yaratık ileri atıldı.
G’nurk kenara çekilerek kılıcının topuzuyla cücenin omzunun arkasına vurdu ve dengesini kaybederek öne doğru yalpalamaya zorladı. Dengesini sağlamak için G’nurk’u yakalamak istedi ve bunun için orka doğru uzandığında, G’nurk kolun altından eğilerek, üstünden geçen kolu yakaladı böylece hızla kolun arkasına geçti ve öyle bir kıvırdı ki cüce kafa üstü yere düştü.
Cüce sırt üstü yeri boyladı, boynunda sıkıca dayalı kılıçla G’nurk başında dikilmiş duruyordu.
***
Çocuklarının doğumunun hemen akabinde kendi fanilikleri hakkındaki korkularını dile getiren ebeveynler duymuştum. Ebeveynde, geniş ölçüde çocuğu onlu yaşlarına gelene kadar canlı kalan bir korkudur bu. Ölecek olsalar çocukları için değildir duydukları korku-aslında o endişe de muhakkak vardır-daha çok kendileri içindir? Hangi baba çocuğu kendisini hatırlayacak kadar büyümeden kendi ölümünü kabul eder? Taşların arasındaki kemiklere sureti kim daha iyi koyar?
Bir karga gelip faydalanmadan önce gözdeki pırıltıyı kim daha iyi hatırlar?
***
‘Bah, sen hain katil köpek!’ Thibbledorf Pwent bağırdı.’Onurun yok, senin kı-‘G’nurk kılıcı daha sıkı bastırınca kelimeyi yuttu.
‘Onun hakkında konuşma’ ork uyardı ve kılıcı bir miktar geri çekti.
‘Bunun onurlu olduğunu düşünürsün, değil mi?’
G’nurk kafasıyla onayladı.
Kulaklarına inanamayan Pwent nerdeyse tükürür bir ifade ile’Sen köpek! Sen nasıl düşünürrsün’
G’nurk kılıcını da beraberinde çekerek geri adım attı,’ Merhametin için sana minnet duyduğumu artık biliyorsun cüce’ diyerek açıkladı.’ Şimdi kalbinde doğru seçimi yaptığını biliyorsun. Beraberinde bu savaş alanından merhametinden dolayı bir pişmanlık yükü taşımayacaksın. Bunu olduğundan farklı düşünme; iyi bir anlaşmanın geri ödenmesi. Eğer bir gün saflarda karşılaşırsak, Obould Bruenor’a karşı, bil ki kralıma hizmet edeceğim.’
‘Ben kendim de benkine.’Pwent duyurdu ayağa kalkarken.
‘Ama sen benim düşmanım değilsin cüce’ diye ekledi ork, geri adım attım eğilerek selam verdi ve uzaklaştı.
‘Ben de senin lanetlenmiş dostun değilim!’
G’nurk döndü ve gülümsedi, Karşılıklı anlaşarak ya da başka bir şey bildiğini düşünerek, Pwent ayırt edemedi.
Garip bir gün olmuştu.
***
Kargaların daireler çizmelerini ve rüzgârın onları uzağa taşımasını ve yüzlerin sonsuza dek bize acıları hatırlatmaları için kalmalarını dilerdim. Boru zafer namelerini çalınca, ordular yeni baştan taşların arasındaki kemikleri çiğnemeden önce, bırakın ölülerin yüzleri bize bedeli hatırlatsın. Önümde uzanan manzara aklı başa getiren cinsten, kırmızıya bulanmış taşlar.
Ve kargaların sesleri kulaklarıma çalınan ürpertici bir uyarı;
–Drizzt Do’Urden
İlginizi Çekebilir
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Enceladus’ta Bulunan Moleküller, Dünyadışı Ya...

Tüm kurgu severleri saygıyla selamlıyorum. Ben Volkan Gün. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1 asır önce mezun oldum. Sonsuzluk kadar uzun süre bankacılık yaptım. Yapmaktan zevk aldığım pek çok hobim oldu; ama bilim kurgu ve fantastik okumak yazmak ve izlemekten asla sıkılmadım. Bir insanın hayal gücünün milyonları peşinden sürükleyebildiğini defalarca görmüş birisi olarak en çok istediğim şey sizlerle ortaya koyduklarımız hakkında konuşabilmek, sizlere ulaşabilmek.