The Witcher 2.Sezon Başlarken Serinin Son Kitabı ve Bütününe Dair Bir İnceleme; Gölün Hanımı

Bunu Paylaşın

Fantastik dünyaların son dönemdeki en popüler yapımı The Witcher‘ın ikinci sezonunun Netflix kütüphanesinde yer almasına bir gün kala, biz de bu popüler eserin köklerine dair bir inceleme kaleme alacağız. İki yıl önce, ilk sezonu karşılarken, o dönem dilimize çevrilmiş altı kitap ile ilgili bir yazı yayınlamıştık, bugün yedinci ve serinin lineer öyküsünün son kitabı olan Gölün Hanımı ve bir bütün olarak seriden bahsedeceğiz. Olay örgüsüne hafifçe değinecek olmamıza rağmen spoiler/sürprizbozan uyarımızı yapmakta fayda var.

Polonyalı yazar  Andrzej Sapkowski‘nin, 1986 yılında bir “bilim kurgu” yarışması için kaleme aldığı ilk Witcher öyküsü aslında tüm seri boyunca kendini arkada hissettirmiştir. Bir başka deyişle Witcher aslında bir bilim kurgu yapıtı sayılabilir. Bununla birlikte, mutant teknolojisinin bilim kurgu öğesi olarak eserde tuttuğu yerin, yazarın zihninde daha sonraki safhalarda ortaya çıkan paralel evrenler konseptine işaret ettiği konusunda elimizde veri olmadığı gibi, aksine dair bazı nüveler olduğu da söylenebilir.

Biz yine de ve öncelikle yedinci kitaba yani Gölün Hanımı’na dönelim. Kitap, büyücü Nimue’nin bir rüya görücüsü olan Condwiramurs’tan yardım istemesi ile başlar. Witcher serisinin olaylarından birkaç yüz yıl sonra, efsaneye takıntılı Nimue’nin rüyalar yoluyla gerçeği araştırması olarak görülen bu çaba, bize bir noktaya kadar Ciri’nin, Geralt’ın ve arkadaşlarının ve son olarak da Yennefer’in, Kırlangıç Kulesi’nden sonra yaşadıklarını anlatsa da, kitabın son çeyreğinde bağlandığı yer ile sadece kitabın değil belki de yazarın kafasındaki -en azından şekillendikten sonra- tüm Witcher kitabının da ana fikrini ve düğümünü temsil eder.

Buna göre Witcher Geralt, ozan Dandelion/Jaskier vampir Regis, Nilfgaard soylusu Cahir, okçu dryad Milva ve yeniyetme Angouleme Toussaint Dükalığı’nda, Düşes Anna Henrietta tarafından bir kış boyunca ağırlanırlar. Bu masal ülkesinin gizli gerçekliğinde büyücü Fringilla Vigo tarafından ayartılan ve oyalanan Geralt da kendi oyununu oynar. Biraz espiyonaj, biraz yardım ve biraz da yazgı ile Ciri’nin bulunduğu yeri öğrenen Geralt, bu bilgiyi hiç beklenmedik biriyle paylaşacak ve kendisini gizleyen bir başkasından yani görünürdeki müttefiğinden ise sakınacaktır.

Ciri cephesi ise, esasen Ciri’nin yeteneklerini keşfettiği bir tutukluluk sekansıdır. Ciri’den kanını varisine geçirmesini isteyenler sadece kırlangıç kulesinin öte yanındakiler değildir. Witcher evrenindeki tüm tarafların da tek amacı budur. Ciri, özellikle bir göl etrafında yaptığı uzun zaman ve mekansal atlamalar yoluyla okuyucu bambaşka zaman ve mekanlara götürürken, finalde Ciri, yazgısının kendisini götürdüğü yerde ve olması gereken şekilde bulunur.

Kitabın üçüncü ana aksı Nilfgaard ile Kuzey Krallıkları’nın tutuştuğu devasa Brenna Savaşı’dır. Savaşın öncesi, savaş ve sonrası sadece epik bir adrenalin fırtınası ile değil, karanlık yüzü ve çirkinliği ile de işlenir. Savaşın taktik açıklaması çok net söylenebilir ki Savaş Ve Barış‘tan daha iyidir. Olağanüstü tasvirlerle bezenmiş olması bir yana, gerçekçi sonuçları ile de okuyucuyu etkiler bu sekans. Sadece savaşın anlatıldığı bölüm yüz sayfadır ve bu bile bahse konu pek çok olguyu açıklar.

Gölün Hanımı sonuç olarak adına yakışır ve daha doğrusu adının tam anlamıyla temsil ettiği bir şekilde hem metaforik hem de mekansal olarak sona erer.

Kitap hakkında genel değerlendirmeye geçmeden önce bir not olarak belirtmek gerekirse; oyunun, kitabın ruhunu ve tasvirlerini olağanüstü başarılı şekilde hayata geçirdiğini belirtmemiz gerekir. Oyunun bir başka olağanüstü başarısı da, kitabın bittiği yerden seçtiği alternatif devam senaryosunun, orjinal eserle mükemmel bir doku uyumuna sahip olmasıdır.

Peki Witcher kitap serisi nedir? Öncelikle Witcher serisi bu satırların yazarına göre kafası karışık bir yazarın kafası karışık bir toplumda bulduğu çok uygun ve alegorik bir kahramana dair bir öyküdür. İlk hali ile yalnız ve başının çaresine bakmak zorunda olan ve yine aslında açık gri olmakla birlikte füme davranan bir kahramanın, yani temelde soğuk savaş sonrası bir Polonyalı’nın hikayesidir. Üstelik sadece tek bir kişi değildir bu kahraman, bir aile babasıdır da. Geralt da fantastik alemlerde sık görülen bir çocuksuz kahraman olsa da, yine çocuksuz büyücü Yennefer ile olmayan çocukları için yani Ciri için mücadele eder.

Öykünün başlangıç noktasına dair bir başka analizle devam edersek; peki Witcher ne değildir? Doğu Avrupa’nın J.R.R. Tolkien‘i veya George R.R.Martin‘i olarak tanımlanan Andrzej Sapkowski’nin, slav mitolojisi alegorisi değildir. Daha doğrusu ne kitap ne de yazar böyle bir tanımlamayla açıklanamaz. Her ne kadar her ikisi de uluslararası seviyede böyle lanse ediliyorsa da, böyle değildir gerçek…

Polonya’nın, Katolik ve Slav bir toplum olarak kendini ne kadar Ortodoks Slav dünyasına ya da ne kadar Katolik/Protestan orta Avrupa’ya ait hissettiğini bilemesek de, Sapkowski’nin Slav mitolojisindeki canavarlar haricinde tamamen batı tandanslı bir epik kaleme aldığı ortadadır. Evet temelde ve özellikle asil sınıfta görülen bu Avrupa’lılığın karşıtı olan Kuzey Krallıkları büyük ihtimalle Slav ilkelliğini temsil eder. Ya da yazar Nilfgaard karşısında olaylara Kuzey Krallıkları gözünden bakar. Bununla birlikte yazar, Nilfgaard’ı gelişmiş bir uygarlık olarak görür ve kendi toplumunu gizli bir üslup ile yerer. Sapkowski’ye göre Kuzeyliler, cahil, acımasız, sığ ve bireysel çıkarları için herşeyi silebilecek, herkesi satabilecek insanlardır. Ancak içlerinde, kısa süreli bile olsa Nilfgaard’ı devirebilecek bir güç, dayanıklılık, birlik hissi ve kimliğini de hissederler. Ancak her şeyin sonunda kazandıkları zafer bile o aşağıdan baktıkları İmparatorluğun büyük planının parçasıdır. Benim şahsi fikrime göre Almanya ve Polonya alegorisini huysuz bir şekilde yansıtır yazar. Olaylara gözünden baktığı Kuzeyliler gizlice yerdiği Polonyalılar, hayran oldukları düşmanları ise gizlice övdüğü Almanlardır. Bununla birlikte yazar her ikisinden de hoşlanmaz. Tıpkı Geralt gibi…

Eserin ilerleyen safhaları ciddi bir evrime sahne olur. Orta ve Batı Avrupa’nın masallarının alegorik öyküleriyle örülen evren, kehanet ile yazarın zihnindeki zaman ve mekan sorunsalına gönderme yapsa da, paralel evrenlerdeki hikayesinin en azından üçüncü kitapta yazarın tam olarak ajandasına girdiğini düşündüren bir olay örgüsüne sahiptir. Yazar, bir başka deyişle, birkaç alternatif ile olay örgüsünün dayattığı kombinasyonlar arasında, ana çatıya dair kararını daha ileri safhalarda vermiş görünmektedir. Bir noktada denilebilir ki, eserin zayıf noktası da budur.

Witcher, özellikle gri karakterleri arasındaki ilişkiler ve onların motivasyonlarına dair zengin psikolojik öğeleri ile bilinen bir kitap serisi olmakla birlikte, özellikle ilerleyen kitaplarda hem mekan, hem hareket ve hatta ses tasvirlerinde mükemmelliğe doğru bir evrimi tamamlar. Bu yolculuk, karakterlerle zaten özdeşleşen okuyucuyu fiziksel olarak da sahnenin içine koyarak gerçek bir deneyime dönüşür.

Witcher psikolojik olarak karakterlerin gizemlerini klinik psikoloji bazında ima eden bir eser değildir. Hatta birkaç tekrar ile seri içinde karakterlerini açıkça anlatmayı seçer. Bu sebeple bu konuda özdeşleşme ve hatta karakterlerin “mükemmellikleri” yoluyla bir cazibe taşısa da aslında okuyucuya anlayacak bir gizem vermeyerek bir parça çapını düşük tutar. Ancak yine o “mükemmel” karakterlerin zayıflıkları ve duygularına dair ifşaları ile bütün o karanlık atmosferde okuyucuya güzel mesajlar veren bir yapıya sahiptir. Bu mesaj temelde umuttur. Huysuz olmakla ve umutsuz görünmekle birlikte, idealist ve iyimser bir yazardır Sapkowski. Bu umut, okuyucuda, özdeşleşmeyi güçlendiren bir etki olarak kendisini gösterir.

Vahşi Av’dan, bilim dili olarak latinceyi kullanmasına, Roma İmparatorluğu sonrası Avrupa krizini alegorik olarak yansıtmasından, düzen ve görünüm olarak yüksek ortaçağa vurgu yapmasına ve hatta çok net şekilde Avrupa masallarını kullanmasına kadar, Avrupa tarihine dair bir türev olan eserin bir Slav mitolojisi adaptasyonu olmadığı açıktır. Bütün bunlara zamanın göreceliği ve paralel evrenler gibi bilim kurgu ve felsefik öğeler de eklendiğinde, karşımıza tüm evrenin etrafında döndüğü karakter ortaya çıkar; Ciri ya da Gölün Hanımı. Bir akarsu gibi yatağında lineer olarak akmayan, bilakis her yerinde ve anında aynı ve “aynı anda” olan gölün yani zamanın efendisi…

Kitabın ve serinin finali de tüm unsurları bu fenomenle uyumlu olarak gelir. Bir tarafta hayatın keskin ve kesin gerçekliği ile umudu aynı ölçüde belirsiz ancak güçlü karışımı ile…

Witcher ikinci sezonu, 17 Aralık’ta Netflix kütüphanesinde olacak. Bu yazıyı yazmamıza vesile olan bu yeni sezonun fragmanı ile veda ediyoruz sizlere. Kim bilir belki yeni sezonla ilgili de bir inceleme yazarız, ya da belki de zaten yazdık ve siz de okudunuz bile…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir