Bilim Kurgu Öykü: Doğum

Bunu Paylaşın

“Bir zamanlar,” dedi yaşlı kadın, “atalarımız bu evrenin hakimiydi. Ta ki kozmoslar gelene kadar.”

Tr!k, kadının karşısında soluksuz oturan çocukları izlerken içinden devam etti. “Savaştılar onlarla ve yenildiler. Buraya kaçtılar. Alterna’ya… Yeşil taşlar enerjileri, tılsımları kalkanları oldu.”

Tr!k kafasını kaldırıp, mavi parıldayan gökyüzünün ötesini düşündü. Ötesindeki o korkunç yaratıkları görmüştü. Ama kozmoslar?.. Onlar belki de sadece efsaneydi.

Tr!k’ı aslında zaten bildiği tüm bu düşüncelerden uyandıran şey, paradoksal olarak yine bildiği şeyleri anlatan yaşlı kadının sesi oldu. “Alterna tek değildi, ancak kozmoslar atalarımızı bulmak için onları aradılar. Hepsini de buldular. Bir tek biz kaldık…”

Bunu bilemeyeceklerini düşündü Tr!k, atalarının yüzbinlerce Alterna kurduğu öğretilmişti onlara. Hepsi yok olmamalıydı. Yalnızca kendileri kalmış olamazdı. Ama belki de olabilirdi kim bilir… Birisi sona kalacaksa sona kalırdı, birisi sona kaldığında sona kalmış olurdu. Bir Alterna’nın sona kalma olasılığı birkaç yüzbinde bir olabilirdi ama bu olduğunda oran yüzde yüze yükselirdi. Tr!k sonunda omuz silkerek pes etti. “Seçilen çocukları alma saati yaklaşıyordu.

“Ama bir gün Alterna’dan çıkacağız ve kozmoslarla kapışacağız!” dedi yaşlı kadın “Geçidi bulduğumuzda…” 

Yirmi üç döngüdür Alterna’da olan Tr!k, belki iki bin üç yüz kez duyduğu bu cümle ile dikeldi. Gözleri keskinleşti ve tüyleri diken diken oldu. Çocuklardan dört beşi de kendisi gibi bakıyordu ama çoğunlukla açık ağızlarının etrafındaki uzamış dudakları ve büyümüş gözleri ile komik bir sevimlilik saçıyorlardı sınıfa. Yaşlı kadın da daha önce binlerce kez yaptığı gibi gülümsedi bu manzaraya. O gülümseyince çocuklar da gülümsediler. Hatta sert bakan çocuklar da ikisi hariç normale döndüler. Bir kız ve bir erkek! Her zaman olduğu gibi…

Yaşlı kadın ayağa kalktı, çocukların hepsini daha beş döngülük tombul yanaklarından öptü ve uğurladı. Sert bakışlarını koruyan iki çocuğu ise omuzlarından tutarak, bekleyen Tr!k’a uzattı.

Tr!k tam, gözlerindeki sertliği koruyan ancak bu sefer bunu doğal olmayan bir çabayla yapan iki çocuğu sınıfa arkalarını döndürüp oradan uzaklaşıyordu ki, omzunda bir el hissetti. On sekiz döngü önceye gidip gelen bir andan sonra da şakın ama kararlı bir bakışla yaşlı kadına döndü.

“Seni seçtim.” dedi yaşlı kadın, on sekiz döngü önce onu sadece yanaklarından öpen dudaklarıyla. Kenarları kırışmış ve incelmişti dudaklarının…

***

Ş1ra, Harp Bakanlığı botanisindeki yapışkan yaprağı sarıp anarşistçe bir tavırla yaktığında, her ne kadar başını Tr!k’a çevirmese de, izlendiğini biliyordu.

“Ne?” dedi. “Şu mavi parıltının ardını düşündüğünde zaten yabancı ve uygunsuz değil miyiz biz? Ben mi marjinalim sen mi?”

“Sen.”

“Neden?”

“Çünkü eğer hepimiz aykırıysak bile sen alt kümeye de aykırısın.”

“Ama ya bu aykırılık bizim aykırılığımızı nötrlüyorsa?..”

Tr!k cevap vermeden bakanlığın kapısına baktı.

“Ha?” diye sordu kız.

“Bilmiyorum Ş1ra… Artık öfkeli değilsin sanırım.” Kız ağzını açmaya yeltendiğinde de susturdu onu “Hayır!” dedi sertçe “Senin öfken bir kabullenme aslında. Marjinalliğin sıfırladığı marjinallik…”

“Anladım ya,” diyerek bu sefer kız onun sözünü kesti. “açıklıyor bir de, embesilmişim gibi… Ama buraya sen çağrıldığın için ben de çağrıldım değil mi? Tıpkı teleskop eğitimi gibi. Etrafımızdaki evren ve Alterna’nın farkını ilk kez gördüğüm o yıkıcı seanslar gibi. Sen olmasan sanırım çoktan atılmış olurdum.”

“O seanslar, efsaneye olan inancını arttırmadı mı Ş1ra? Ya dışarıda yaşadıklarımız?..”

Kız, genç adama dik dik bakmayı sürdürse de elindeki yaprağı yere atıp ayağının altında çiğnedi. Ortağı ondan bir cevap bekliyordu, özellikle de yapraktan kurtulması dolayısıyla düzgün bir cevap bekliyordu üstelik.

O ise sadece, “s€rdar Groß” deyiverdi.

Silahlı iki nöbetçinin refakat ettiği adamın ismi o kadar büyüktü ki, askerlerden biri “Dikkat!” diye bağırmadan önce asi kız ile dengeli çocuk hazırola geçmişlerdi bile.

Ama yine de, içeri yürürlerken ve s€rdar tüm yürüyüşe törensel bir hava katarak onlara nutuk atarken kız, çocuğa dönüp dudak hareketleriyle “Konu inancım değil, içinde bulunduğumuz durum…” demeyi ihmal etmedi.

Şaşırtıcı olansa, asi kızın bu hareketi değil, dengeli çocuğun ona her iki gözünü birden kısarken çenesini ve dudaklarını uzatmasıydı.

***

Fakat bu küçük Bon&Cly, bakanlığın içinde yerini adamakıllı bir paniğe bıraktı. Tr!k kendini düpedüz biraz önce seçtikleri iki asker adayı çocuk gibi hissettiğini fark etti o an. Konu ne ise, kesinlikle bir maytron değildi. Her ikisi de bu canavarlarla daha önce savaşmışlardı. Büyük olurlardı ancak hassaslardı. Bu paniğin sebebi olamazlardı.

Ayrıca Ş1ra’ya katıldığı az sayıda konu başlığından biri olarak, bu önlemelerin pek bir anlamı olmadığını düşünürdü. Maytronlar, Alterna’yı fark etmezlerdi bile…

Bu noktadaysa Ş1ra’yla ayrılırlardı; Ş1ra tüm bu olan bitenin bir şov olduğunu düşünürdü, kendisi ise bir hazırlık. Bu ayrıksı ütopyada tutunabilecekleri bir dal mıydı bu düşünce, ya da ayrılıksılığın kendisi bir kanıt mıydı efsaneye?.. Bunu bilemiyordu. Bir dirsek ile uyandı düşüncelerinden.

Ş1ra bu sefer ona bakmadan okuttu dudaklarını, açık pembe rengi, kalın, pütürlü ve kibirli dudaklardı bunlar. Ama Tr!k bu psikolojide değildi.

“Anne biliyor mu maytronları? Biliyorsa nasıl da efsane gibi anlatıyor olan biteni, bu yalan değil mi? Bilmiyorsa ona bunu yapanların bir şeylere hazırlandığına inanabiliyor musun?”

Cevap vermedi Tr!k. Nasıl düşünmek istiyorlarsa öyle düşüneceklerdi. Kendisi de, Ş1ra da. Bu maytron konusunu çok konuşmuşlardı. Neden birbirlerini ikna etmeye çalışıyorlardı ki zaten?.. Ama o dudaklar yok muydu, o kıvırcık kestane rengi scipio saçlar… Ona hakim olmalıydı, ya da o kendisine hakim olmamalıydı.

Kız bu sırada ona bir dirsek daha attı. “Duvarlardaki resimlere mi takıldın yine? Organik bebek pembeleri ve kırmızılar, biyolojik bir işletim sistemi gibi değil mi?”

Ofladı Tr!k, sessiz ve bıkkın ofladı. Kızın kendisine yan yan baktığını fark edince de dudaklarını okuttu.

“Daha kaç kez?!”

***

Tombul yanaklı, güzel dudaklı birer kız ve erkek çocuğuydular ve bu, tam on sekiz döngü önceydi… Ve yine, on sekiz döngü önce, anne onları bir askere verdiğinde ne kadar gergindiyseler o kadar gergindiler. O yüzden gülümsemediler anneye, gözleri titrese de, ifadeleri çelik gibiydi.

“Sizi seçtim.” dedi yaşlı kadın çivit mavisi gözlerini Ş1ra’ya dikerek “Sadece Tr!k’i değil.”

“Neden beni de?”

“Çünkü bir bütün gerekli, eksi ve artısıyla…”

“Eksi olduğumu duymak beni üzmedi.” Çenesini kaldırdı kız.

“Ne yaparsan yap güzel kızım, sonuçta karşı taraf tarafından nötralize edileceksin. Eksi ya da artı olabilirsin. Fark etmez. Bu tanımlamanın bir anlamı yok. Ama eğer bir fark ortaya koyacaksan veya bir anlam arıyorsan…” yaşlı kadın bu sefer Tr!k’ten yana çevirdi başını, “Onu suçladığın gibi… O zaman bütün bu arzularına kavuşmak üzeresin.”

Tr!k, bir şey hissetmiyordu ama yaşlı kadınla aynı fikirdeydi. Klişe kaçınılmazdı, x ve y, artı veya eksi olmak fark etmezdi. Tanımlanmamış veya yinelenmemiş bir hareket kalıbı yoktu. Ya gerçek önemliydi ya da birey. Ş1ra ile ayrışmanın sıcaklığı göğsünden midesine kaynar su gibi dökülünce gerçeğe sığındı.

“Bize gerçeği söyle anne!” dedi hala kendisine bakan kadının gözlerinin içine bakarak “Bizi kurtar…”

Kadın başını olumlar bir hareketle aşağı yukarı salladı.

“Her şey,” dedi, “bir şeylerden meydana gelir ve bir şeyleri meydana getirir.”

“Sonsuzca”

“Evet Tr!k, sonsuzca.”

“Yaratım işte bu sonsuzluğa gidiştir, bu bitmeyen hareketi beslemektir. İlk itkiden bahsetmiyorum bile…”

Ş1ra dayanamayacak diye düşündü Tr!k ve Ş1ra dayanamadı.

“Bizi kurtaracağınızı söylediniz anne. Ancak şu an ilk döngülerimde dinlediklerimi anlatan bilgeyle mi, yoksa toplumumuzun gizli lideri ile mi konuştuğuma karar veremiyorum.”

“İnanç ve güven senin kararındır kızım,” diye sakince cevapladı onu yaşlı kadın ama Ş1ra’nın araya girmesine izin vermeden sesini yükseltti. “benim işim, size nano parçacıklardan oluşan bir ortamın kendisinin nano boyutlarda küçülmesinin yarattığı zincirleme tepkinin sonuçlarını anlatmak!..”

Bilmedikleri bir dil ile yüz yüze getirildikleri gerçeği sezen her canlı gibi dikkat kesildi iki genç insan. Anlamaya veya kurtarılmaya hazırlardı ama bunu başarabileceklerine dair inançları, karşılarındaki tanımlanamaz duvarın yüceliği ile gölgeleniyordu.

Tr!k bir an için hissedebildiği şeyi tanımlayabildi. Ama bir yıldırım gibiydi bu an, çaktı ve bitti. Sonra kendisi de bir daha yapamadı bunu. Sonunda da tamamen unuttu. Ama his… His onunla kalmıştı.

“Bilmediğiniz bir rengi tanımlayamazsınız, o yüzden anlamanızı da beklemiyorum.” dedi yaşlı kadın. “Efsane bir yalan değildi, efsane olayların sizin dilinize çevrilmiş haliydi. Alterna, eskiden yaşadığımız yerin yedi buçuk milyar kez küçültülmüş halidir. Ama sadece küçüldüğü için koymamış bu adı atalarımız. Temel parçacıklar boyutuna inen bütün -bu durumda sizler veya tüm yaşam ortamı-, temel parçacıkları ve onların temel parçacıklarını aynı seviyeye getirdiği için bilinen evrende bir kırılıma yol açtılar. Atalarımız buna kara delik diyordu. Alterna’nın farkı, bu korkunç büyük ve güçlü kırılımın kendine bir evren kurması oldu. Eski halimizi koruyarak, bir zamanlar bizi oluşturan yapı taşlarımızın arasında yaşar olduk. Tüm hiyerarşik zincirde bir düğüm, bağımsız bir cep…”

Kadın burada durdu ve gözlerini tekrar genç kadına çevirdi. “Bu yüzden o mavi katmanın ardı bize tamamen yabancı.”

Tr!k’a döndü bu sefer “Ve aynı sebepten dolayı, efsane, doğru ama sembolik bir tercümeydi.”

Kız ve çocuk sözleşmiş gibi sordular. Odakları farklı olsa da…

“Neden?”

“Neden en çok kabullenmeyenlerimiz?”

Yaşlı kadın kesince baktı onlara önce, neden sonra konuşmaya başladı.

“Bu küçültmenin sebebini anlatmak aslında hem kolay hem de zor. Şöyle özetleyeyim. Önceki evrenimiz, ki bundan farklı olduğunu söyleyebilirim çünkü en basit ifadesiyle her şeyin hiyerarşik düzenine uyumlu ve olması gereken yerdeydi, kozmoslar tarafından işgal edildi. Onlar aslında sadece bizim gibi birer yaşam formuydu. Bizden daha gelişmişlerdi ve bizi yendiler. Biz de alternatif evrenlere kaçtık.”

“Şu anda onların yapı taşları olarak aslında aynı ortamda mıyız?”

“Hem evet hem hayır Tr!k.”

“Alterna!..” dedi Ş1ra.

“Alterna.” diye yineledi yaşlı kadın. Ve devam etti, “Alterna, asıl evrenimizdeki kimyasal bir tepkimenin gücüyle başarıldı. O evrenin ışıklarının enerjisi ile. Atalarımız buna füzyon dediler. Yakıtı da kararsız elementlerdi.”

“Yeşil taş…” Tr!k, şifreyi çözmeye başlıyordu ve rahatlamaya… Ama çocukluğunda bilmeden kendisinden çaldığı gülümsemeye hala çok uzaktı.

“Bu alt evrende,” dedi yaşlı kadın, başını olumlar bir edayla sallarken “enerji de küçülmenin katsayısı ile artarak verimli kullanılabiliyor. Ve biz de atalarımızın yolunda devam ediyoruz!”

Bu ifade, savaşçı kızın tüm tüylerini diken diken etmeye yetmiş görünüyordu. Tr!k, kızın  anlama dair fikrini henüz kestiremiyordu ama umudu görünce tanırdı.

“Savaşmaya…”

“Evet Ş1ra, o ruha ve derinliğe sahip olan türdaşlarımız yoluyla savaşmaya…”

Tr!k bu iltifattan rahatsız olduğunu hissettirmediğini umarak ama o derinliği paradoksal şekilde yansıtarak cevap verdi. “O evrene asker gönderiyorsunuz.”

“Sadece asker göndermiyoruz. Kazanıyoruz da…”

“Bunun bir istila olduğunu söylediniz şimdi,” dedi temkinli görünen Ş1ra “ve diğer Alterna’ları yok ettiklerini…”

“Evet, anti madde ile,”

“Ne?”

“Basitçe, büyüklüklerin hiyerarşisini ve bunun kütle üzerindeki etkisini tersine tepkimeye sokarak zaman ve mekanda bir dağılıma yol açıyorlar.” Sonra da genç bir kız gibi gözleri gülerek şakıdı yaşlı kadın “Anlamadınız değil mi?”

“Tr!k sonunda zembereğinden neredeyse keyif aldığını hissederek boşaldı “Hayır anlamadık. Ama şunu anladık; bunu yapabilmeleri için bizi tespit etmeleri gerek. Ve biz yedi buçuk milyar kat büyürsek bunu yapmaları çok kolay olur.”

Ş1ra’nın tamamlamasına gerek yoktu ama tamamladı “Bir istila ordusunun atalarımızı yenen bizim kadar üyelerine karşı!..”

Yaşlı kadın “Hiç beacon diye bir şey duydunuz mu?” diye sordu, ve ikiliye fırsat vermeden devam etti “Ya da… Coulomb Patlaması?”

***

Kızla, çocuk tam teçhizatlı iki asker olarak, tüpler ve kablolarla beslenen bir kabin içine girdiklerinde gergindiler. Ş1ra, miğferinin camından dudaklarını okutamamaktan dolayı rahatsızken, Tr!k belki hormonlarının belki genlerinin etkisiyle sarsılacak kadar titriyordu. İçinde püskürtmek istediği bir nefret vardı, bu his her bir hücresine kadar uyarıyordu onu.

Ama konuşmuyordu Tr!k, kozmoslarla karşılaşacak ve o efsanevi şeyleri vuracaktı. Basit birer maytron gibi. Düşüncesi bile seğirtiyordu kaslarını…

“Hazırım!” dedi. “Kurtaralım birbirimizi artık.”

“Yani, tüm evrenimizi…”

Yaşlı kadının arkasından gelen sesi tanıdı Tr!k.

“İstila ordusu, eski evreni neredeyse kuruttu,” dedi s€rdar Groß “Orası yirmi milyar türdaşımız için yaşanmaz bir yer artık. Ama on beş milyon için ideal.”

“Çünkü terk ettiler.” diye tamamladı yaşlı kadın. “Geriye, kaynakların kalanını göndermekle görevli az sayıda istilacı kaldı.”

Ş1ra bir anneye dönüyor olmalıydı “Ya geri dönerlerse?”

“Dönemezler.”

“Ya dönerlerse?”

“Dönmezler.”

“Hangisi?”

Ve baba olarak cevabı verdi Tr!k “Çok büyük ve çok uzaklar. Dönmek de daha masraflı…”

***

Tüm evren olduğunu hissetti Tr!k, belki de tüm evren onun içindeydi. Kendisini oluşturan yapı taşları, maruz kaldıkları hapisten özgür kalmış etrafa saçılmıştı. Ama Nasıl düşünüyordu? Neydi kendisi? Ve ne önemi vardı ki?

Boşluk, ışık, serinlik ve bir çığlıkla tekrar doğduğunu hissetti Tr!k. Kendisinden sonra ilk duyduğu ses de başta anlayamamış olsa da Ş1ra’nın çığlığı oldu.

Nefes nefeseydiler şimdi. Özgür, dik ve meydan okuyan ama aynı zamanda huzurlu ve uyumlu…

Evlerindelerdi. Hiç görmedikleri ve bilmedikleri bu yer evleriydi. Nasıl ki temel parçacıklarına dağıldıklarında hiçbir şey değilken deneyimleyebiliyorlardı hayatı, aynı şekilde tanıyorlardı evrenlerini.

Karanlıkta, ilk kez gördükleri ışıkların altında, annelerinden duyup hatırladıkları enerjiyi taklit edercesine ciğerlerine doymaksızın hava çekerlerken, kız yavaşça adamın göğsüne koydu başını, ellerinin içiyle göğsünü kavradığı adamın göğsünde huzurla dinlenirken ve adam da göğsündeki tatlı ağırlıkla gözlerini kapatmışken ama…

Kız, şimşek gibi ayrıldı o göğüsten ve sırtından indirdiği tüfeği ile bir istilacıyı delik deşik etti.

Anne, babaya göz kırptığında, babanın gözleri hala kapalıydı ve hala ciğerlerine evrenleri çekiyordu. Ah! Bir de, gülümsüyordu…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir