Tibor Magneff, iştahla yanan ateşin başında az pişmiş bifteğin tadına baktığını hayal ediyordu. Aslında kırsalda at sürdükleri iki gün süresince bu düşünce aklından hiç çıkmamıştı.
Adi bir düzenbaz yüzünden buralara kadar gelmiş olmasının sıkıntısı her geçen an daha da artıyordu. Huysuz bir tavırla sordu;
‘Daha ne kadar var onbaşı?’
Onbaşı Chadsun komisyonerin sesindeki sabırsızlığı fark etmişti.
‘Az kaldı efendim.’
‘Tahminen?’
‘Yarım fersahtan biraz fazladır.’
İstikametleri ejderha saldırısına uğramış komşu kasaba Saadberg’di. Sabahın yeni olduğu anlarda yola çıkmışlardı ve tüm sabah hiç mola vermeden at sürmüşlerdi. Şimdi güneş batıya doğru dönmüştü ve Komisyoner Magneff’in tek isteği bir an önce işini bitirip kendisini daha sıcak ve rahat bir ortama atmaktı.
‘Buralara küçükken gelmiştim’ dedi tok sesiyle Tolky.
‘Babamla burada ticaret yapmıştık. Hatırladığımdan çok farklı değil.’
‘Ne değişebilir ki?’ diye soracak oldu komisyoner. Tundra ve soğuk… Göz alabildiğine. Sustu. Kendisi de kuzeyli olan yardımcısını kırmak istemedi.
Onbaşı yolculuk boyunca susmuştu. Şimdi konuşmaya değer bir şey bulduğunu düşünerek Tolky’e cevap verirken birden uzaktan gelen olağan dışı çığlık dörtlüyü durmaya zorladı.
Çığlık korkutucuydu. Daha da korkunç olanı göz alabildiğine uzanan düzlükte sanki hiçbir yerden geliyordu.
‘Bu neydi?’ dedi Silar, daha çok kendisiyle konuşuyormuş gibi, eyerinin üzerinde sağa sola dönerek sesin kaynağını bulmaya çalışıyordu.
Onbaşı gayet netti.
‘Ejderha!’
Komisyoner Magneff, uzaklardan gelen bir hayvan çığlığı ile korkacak bir adam değildi, bu korkunç bir ejderha bile olsa. Yine de içinde beliren şüpheyi büyümeden öldürmek adına ‘Devam ediyoruz beyler’ dedi.
Dört atlı birbirlerine itiraf etmeseler de atları kamçılamadaki iştahlarının azalmıştı. Belli bir süre gittikten sonra ikinci bir çığlık duydular. Bu daha yakından geliyor gibiydi.
‘Bizimkiler altın gözü bulmuş olmalı.’
Komisyonerin duymak istemeyeceği bir yorumdu; ama onbaşı haklı görünüyordu. Yüce yasa ve yüksek yerlerde tanıdıkları olan parasını çaldırmış bir ahmak adına yapması gerekeni yapmalıydı. Peşinde olduğu adam bir ejderhayı avlamaya gittiyse o da peşinden gidecekti. Taşıdığı unvanın, gördüğü saygının ve aldığı paranın karşılığı bunu talep ediyordu.
‘Lanet pislik!’ diyerek atını sesin geldiği yöne doğru sürmeye başladı. Diğerleri arkasından geliyordu. Uçsuz bucaksız tundrayı ejderhanın korkunç çığlıkları ve aralarda duyulan insan haykırışları kaplamıştı.
Magneff ileride gördüğü alçak tepenin ötesinde ne bulacağını bilmeden atını sürmeye devam etti. Onbaşı ve yardımcıları komisyonerin ardında sessiz ve itaatkâr takipteydiler. Güneş gün boyu hissettirdiği bir parça sıcaklığı da artık sakınıyordu.
Sesler azalmış, tepecik yaklaşmışken dört adamın yüreğini ağzına getiren bir şey oldu. Birden tepeciğin ardından dörtnala gelen bir atlı belirdi. Komisyoner ve yanındakiler durdular. Kendilerine doğru gelen atlı ise onları fark etmemiş gibiydi.
Atını çılgınca kırbaçlıyor ve devamlı arkasına bakıyordu. Kendisini bekleyen grubu fark ettiğinde durmak ya da yön değiştirmek için geç olmuştu. Atını kırbaçlamaya devam etti.
‘Açılın’ dedi Tibor sakin bir ses tonuyla. Yan yana duran dört atlı yaklaşık beş adımlık aralarla durarak kendilerine doğru dörtnala gelen adamı beklemeye başladılar.
‘Neden üstümüze sürüyor atını?’ Silar her zaman olduğu gibi önce konuşup sonra düşünmüştü.
‘Çünkü atının yönünü değiştiremiyor. Yaralı’
Tolky’nin varlığı Silar’ı çekilir kılıyordu. Magneff gülümsedi.
‘Yaralı’ diye tekrarladı. Gerçekten de üstlerine doğru dörtnala gelen adamın sağ eli sol yanını tutuyordu.
‘Tolky hazır ol’ dedi Magneff ve suçluları yakalamada en önemli yardımcısı olan silahını çıkarttı. Onbaşı komisyonerin elinden yere kadar uzanan ucu bıçaklı kırbaca şaşkınlıkla bakıyordu.
Tibor ‘Bu o mu onbaşı?’ diye sordu. Sesi fazla sakindi.
‘Emin değilim.’
‘O halde önce yakalayıp, gerekiyorsa sonra özür dileriz.’
Atlının sesi duyuldu.
‘Atı kontrol edemiyorum! Çekilin!’
Aralarındaki mesafe otuz adıma kadar inmişti. Ne atlının durmaya, ne de komisyoner ve adamlarının çekilmeye niyeti yoktu. Karşısındakilerin niyetini anlamış olacak ki birden adam atını daha hızlı koşması için topuklamaya başladı.
Vücudunun üst kısmını atın boynuna yaklaştırarak hedef küçülttüğü Tibor’un gözünden kaçmadı. Yüzünde garip bir tebessüm beliren komisyoner şimdi ısınmaya başladığını hissediyordu. Atlı adam birkaç nefes sonra yanlarındaydı ve atı çatlayacakmış gibi koşarken aralarına daldı.
Chadsun’un şaşkın bakışları arasında komisyonerin yardımcısı çok çevik bir hareketli atının üstüne doğru zıpladı ve iki ayağıyla eyerine basarak yanından hızla geçen ata doğru atladı.
Bir an sonra acı içinde kişneyen at, üstündeki adam ve onu sımsıkı tutan Tolky yerdeydiler.
Yakalanan adam bağırıyordu.
‘Bırakın beni. Ne yaptığınızın farkında değilsiniz. Canınız önemliyse kaçın.’
Magneff ve diğerleri atlarından inerek yerde yatan ikiliye doğru yaklaştılar.
Tolky’nin anlı yarılmıştı ve kanıyordu ama genç kuzeyli yaraya aldırmadan yakaladığı adamı sımsıkı tutuyordu. Silar hemen yardımına koştu ve çırpınan adamın ayaklarını bağladı.
Yakaladıkları adam; yirmili yaşlarının başında, sarı uzun saçlı, siyah kaşlı siyah gözlü bir adamdı. Yüzünde dürüst bir ifade vardı; ama Tibor Magneff bu tür yanıltıcı dış görünüşlere aldanmayacak kadar tecrübeliydi.
Chadsun yanına geldiğinde tekrar sordu;
‘Bu o mudur?’
Chadsun önce tedirgin, sonra emri yerine getirmesi gereken bir askerin disipliniyle ‘Evet bu Kyal’ dedi.
‘Chadsun!?
‘Neler oluyor burada?’
Adam şaşkın bir onbaşıya bir Tibor’a bakıyordu. Tibor genç adamın yüzündeki şaşkınlığı ve korkuyu rahatlıkla görebiliyordu. Şaşkınlığın sebebi karşısına çıktıkları için kendileriydi; ama korkusunun nedeninin kendileri olmadığını anlayacak kadar yaşamıştı.
‘Bu bey kraliyet komisyoneri…’
Chadsun sözlerini elini kaldırarak yarıda kesti. Her zaman uyguladığı bir yöntemi uygulamalıydı.
‘Jung Tögmar sen misin?’
Gencin yüzündeki ifade değişmemişti. Sahtekârların akılları hep aynı düzende işlerdi. Nedeni ise bir kez kandırdıklarında aynı düzenin hep işleyeceğini düşünmeleriydi. Aradığı düzenbaz bir önceki kasabada Jung Tögmar ismini kullanmıştı ve muhtemelen bu asıl ismi değildi. Önemli olan yaptığı hilenin peşinden geldiğini ve yakayı ele verdiğini düşünmesiydi. Küçük çaplı hırsızların bir sonraki adımı düşünme yetileri yoktu.
Enselenme korkusu bu tip suçluları hataya iten bir durumdu; ancak bu genç ya gerçekten çok korkmuştu ya da gerçekten hayatının ilerleyen yıllarında, tabi yaşarsa, bir suç lordu olacak yetiyi içinde barındırıyordu.
‘Kim? Bu ismi daha önce hiç duymadım. Benim adım Kyal Stumarin.’
Komisyoner ve yardımcıları birbirlerine baktılar.
‘Silar.’
Tibor elini uzatarak yardımcısının uzattığı çizimi aldı ve yakaladıkları gencin yanında çökerek kâğıdı açtı.
‘Ne diyorsun onbaşı?’
Chadsun gergindi. İkilemde kaldığı anlaşılıyordu; ama iyi bir askerdi ve sadakatinin duygularının önüne geçeceği aşikârdı.
‘Şey… Siz daha iyi bilirsiniz sayın komisyoner ama bu çizimdeki adamın saçları kısa ve koyu renkli ayrıca sakalı var.’
Bir süre durakladı onbaşı. Tekrar konuşmaya başladığında sesi daha düşük çıkıyordu.
‘Yine de oldukça benziyor.’
İsminin Kyal olduğunu iddia eden genç bağırdı.
‘Neler oluyor Chadsun? Tüm mangayı kaybettik ve ben canımı zor kurtardım. Siz burada durmuş adını dahi duymadığım bir adam olup olmadığımı bir çizim üzerinden tartışıyorsunuz’
Tibor kâğıdı katlayarak kalktı ve Silar’a uzattı. Bir süre sessiz gence baktıktan sonra; ’Diyelim ki sen aradığımız bu Tögmar değilsin. Peki, Kyal Stumarin olduğunu ispat edebilir misin?’
Genç adamın yüzünde belirgin bir rahatlama oldu.
‘Elbette sayın komisyoner. Bu lanetli topraklardan uzaklaşınca size kim olduğumu ispat edeceğim.’
Tibor’un yapabileceği pek bir şey yoktu. Kraliyet yüksek konseyi tarafından yargılama, tutuklama ve infaz yetkilerini tek bir bünyede barındırdığı halde sırf tundrayı sevmediği için genç bir adamı infaz edemezdi, etmezdi. Bununla birlikte; genç adam Magneff’in beklediği gibi kontrolü kaybetmediği gibi, kim olduğundan; daha da önemlisi kim olmadığından oldukça emin görünüyordu.
‘Tolky, bu genç adamın ellerini bağla. Yolda başka atlı kaza olsun istemeyiz değil mi?’
Atlarına bindiklerinde Tibor, Kyal’ın geldiği yöne baktı.
‘Neler oldu orada?’
Kyal’ın sesi ölümü çok yakından görmüş birisinin açıklanamaz hissizliğini taşıyordu.
‘Ölümün kanatlı halini gördüm.’
‘Kurtulan olmadı mı? Raimark? Yaşlı keçi Stikkard? Fredik?’
Kyal sadece önüne baktı. Onbaşı Chadsun derin bir nefes verdi ve kafasını önüne eğdi. Kısa bir süre kimse konuşmadı. Sonunda Chadsun kafasını kaldırdı. Gözleri dolmuştu. Tibor onbaşıyı bekliyordu. Arkadaşlarına son kez veda eden askere bir şey söylemeden bekledi.
Hava kararmaya başlamış ve tundranın ayazı tüm acımasızlığıyla üzerlerine çökmüştü. Tibor Magneff’in bir karar vermesi gerekiyordu.
‘Saldırıya uğrayan kasabaya ne kadar zamanda varabiliriz?’
‘Delirdiniz mi siz? Bu bir intihar!’
Kyal’ın sözleri yüzüne gelen tokatla kesildi.
‘Komisyoner’e ‘Efendim’ diyeceksin ve saygılı davranacaksın. Kendisi tam yetkili bir Kraliyet Komisyoneri’dir ve bulunduğu yerde kralı ve kraliyet ailesini temsil eder.’
‘Tamam Tolky. Genç adamın üzerine gitme. Görünen o ki bugün bir ömre yetecek kadar kötü anı sahibi olmuş, Mazur görmek lazım. Saldırıya uğramış kasabaya gidiyoruz onbaşı. Bu geceyi açıkta geçirmek niyetinde değilim. Sabaha geri dönüş yolculuğumuza başlarız.’
Chadsun ve Kyal birbirlerine baktılar; ama ikisi de bir şey söylemedi. Tibor bu insanların ejderhanın bulunduğu yerden bir an önce uzaklaşmak istemelerini anlıyordu. Anlamadığı asıl başka bir şey vardı. Kyal denen adamı yakaladıklarından beri kafasında dönüp duran bir soru…
‘Neden?’ dedi birden Kyal’a dönerek ‘Neden bu acımasız yaratık seni takip etmedi?’
Kyal’ın kafasından da tam bu soru geçiyordu. İçinde bulunduğu durumun vahametini bir kenara bırakabilse okşanan gururuyla sarhoş olana dek bir şeyler içebilirdi. Ne de olsa peşine bir Kraliyet Komisyoneri düşmüştü. Ölmüş arkadaşının ismini söylediğinde kendisini ele vermemesine neden olan tek şey kaburgalarında duyduğu dayanılmaz acıydı.
Sonrasında durumu istediği şekle getirmiş ve kontrolü ele almıştı; ama komisyonerin az önce sorduğu soru kafasında dönüp duruyordu. Ejderhanın seçiminden memnun olmadığı için değildi; ama Altın göz gibi bir ejderhanın peşine düşerek kendisini avlayacağından emindi.
Cevabı düşüneceği ve belki de bulacağı çok zamanı olacaktı. Saadberg’di ’in son halini hepsinden daha iyi biliyordu ve kaçması için eline elbet bir fırsat geçecekti.
Gece; soğuk, ağrı ve ateşi beraberinde getirdi. Kyal’ın kaburgalarında duyduğu ağrı dayanılmaz bir hal almıştı. Bu ağrıya bir de ateş eklenmişti. Tundranın soğuğu bile Kyal’ın ateşini azaltamıyordu. İstemsiz titremeler kaburgalarının daha da çok ağrımasına neden oluyordu.
‘Efendim’ dedi kendisini yakalayan uzun boylu komisyoner yardımcısı,
‘Bu adam ateş içinde yanıyor. Bu halde yolculuk yapabileceğini sanmıyorum.’
Kyal titremeler arasında komisyonerin cevabını duymaya çalıştı; ama adam hiç umursamamış olacak ki cevap bile vermedi.
Chadsun evin içinde yaktıkları ateşe yaklaşarak elini Kyal’ın alnına koydu.
‘Bende biraz adamotu tozu var. İşine yarayabilir.’
‘Bırakın’ dedi komisyoner yattığı yerden.
‘Doğru kişiyse gideceği hapishanede bundan çok daha kötü durumlarda kalacak. Bünyesi hazırlanmış olur.’
Kyal’ın duymak istediği buydu. Zavallı hayatının bundan sonraki kısmının nasıl geçeceğini merak ediyordu. Artık cevaba sahipti. Artık kaçması gerektiğini çok iyi biliyordu.
Güçsüz eliyle doğrulmakta olan Chadsun’u kolundan yakaladı.
‘Lütfen’ dedi zayıf bir sesle ‘Canım çok yanıyor.’
Chadsun derin bir nefes verdi. Genç adamın haline acıdığı belliydi.
‘Yanımda biraz adamotu var.’
Kyal’ın yüzünde birden tebessüm oluştu. Bunun nedeni sadece adamotu bitkisinin ağrı kesici özelliği olmasından dolayı değildi. Doğup büyüdüğü topraklarda; Rytalli dağlarının ötesinde, adamotu pek çok yerde sıkça rastlanan bir bitkiydi. Küçüklüğünde topladığı, bez bebeklere benzeyen bitkiyi hatırlamak; onu gerilere, her şeyin daha masum olduğu zamanlara götürmüştü bir anda.
Chadsun heybesine doğru giderken, Kyal titremesinin tamamen kontrolünden çıktığını fark etti. Bunun sonunda ölecekti. İlk defa buna inanmıştı.
Adamotu etkisini daha yeni göstermeye başlamışken insanın kanını donduran o sesi duydu. Diğerleri uyuyordu. Nöbetçi komisyonerin uzun boylu yardımcısıydı ve sesin ne olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu. Oturduğu yerde bir dal parçasına bıçağıyla şekil veriyordu. Kyal ise biliyordu. Yukarıda bir yerlerde dev canavar gök gürültüsünü andıran kanat çırpışlarıyla gecenin karanlığına meydan okuyordu.
Evin dışına bağlanmış atlar huysuzlanmaya başladıklarında Kyal ölümün üzerlerine çöktüğünü biliyordu. Birden Tolky olduğu yerden kalktı ve elinde bıçağıyla ‘Kurt ya da sırtlan olmalı. Atları rahatsız ediyor’ diye söylenerek kapıya yöneldi.
Kyal tüm halsizliğine rağmen doğruldu ve bağırdı; ancak çok geçti.
‘Sakın açma!’
Aynı anda komisyonerin yardımcısı kapıyı açtı ve gece gündüze dönüştü. Alevler açık sarı renkteydi. Tolky’i kucaklayarak ölümüne sarıldılar. Kapının dışında, kanatlarını açmış; ölümün en çirkin hali olarak evin üstüne çökmüş, ejderha duruyordu. Gecenin karanlığını aydınlatan alevlerin arasından Kyal, yaratığın yırtılmış kanatlarını gördü. Kyal’ın grubuyla giriştiği mücadele sırasında oluşan delikler zara benzeyen kanatların içinde büyük çirkin siyah birer lekeydiler.
Alevlerin sardığı Tolky sadece bir an bağırdı. İnsanın kanını donduran çığlık bir an sonra kesildi. Genç adamın vücudu erimiş demirin içine atılan çalı misali bir nefeslik sürede alevler içinde olduğu yere yığıldı. Yanmış et kokusu her yeri sardı.
‘TOLKY!!’
Komisyoner bağırdı; ama çok geçti, belki de artık her şey için çok geçti. Daha önceki sahiplerine mezar olan bu ev şimdi de Kyal ve onu yolundan alıkoyan bu adamlara mezar olacaktı.
‘Çıkmamız lazım.’
Onbaşı daha çok kendisiyle konuşur gibiydi. Gözleri az önce kavrulan genç adamın olduğu yerde, ağzı bir karış açık öylece bakıyordu. Tekrar etti.
‘Çıkmamız lazım,’
‘Chadsun?’
Onbaşı cevap vermedi. Gözlerini boynunu şimdi havaya dikmiş geceye, karşısındaki zavallı insanlara hatta ölümün kendisine meydan okuyarak bağıran ejderhadan alamıyordu.
Komisyoner az önce yardımcısını kaybetmiş olmasına rağmen çok çabuk toparlanmıştı. Chadsun’u kolundan tutarak kendisine doğru sertçe çevirdi.
‘Onbaşı. Buradan çıkmak isityorsak hareket etmeliyiz. Kendine gelsen iyi olur.’
‘Eee… Evet efendim.’
Kyal ayaklanmıştı bile. Ne durumda olursa olsun burada canlı canlı yanmaya hiç niyeti yoktu. Burada sıkışmışlardı. Evin arka tarafında kapı yoktu. Sadece yan taraflarda camlar vardı. Eve ilk girdiklerinde kaçış yollarını bulmak amacıyla evi incelemişti ve yandaki camların haricinde başka hiçbir yol yoktu.
‘Buradan tek çıkış yolumuz var’ diyordu tam o sırada komisyoner. Bir yandan kırbacını sararak heybesine koyuyordu. Heybe!
‘Heybem! Belki buradan kurtulabiliriz.’
‘Aklından ne geçiyor genç adam?’
Kyal arkadaşının ismini söylerken yutkunduğunu fark etti.
‘Fredik’in yanan sıvısı’ dedi Chadsun’a dönerek.
‘Altın gözün üzerinde denedik. Derisinin üzerinde yanıyor ve canını yakıyor.’
‘Bunu sevdim’ dedi komisyoner.
Tam o anda ejderha sanki konuşulanları duymuş gibi eve doğru hareketlenerek boğazındaki ateşi açık olan kapıdan içeri doğru boşalttı. Ateşin verdiği ısın dayanılmaz boyuttaydı. Komisyoner sıcak bir ortam isterken kast ettiği bu değildi. Alevlerin ilk şiddeti azaldığında Kyal kendini attığı yerden başını kaldırıp baktı ve evin girişinden şömineye kadar alevden bir duvarın örüldüğünü gördü. Evin içinde kalamazlardı.
Heybesinin olduğu tarafa doğru atlamıştı. Alevlerin ikiye böldüğü odanın bir yanında komisyonerin yardımcısı Silar ve Kyal, diğer yanında ise komisyoner ve Chadsun bulunuyordu.
Silar, Kyal’ın elinde tuttuğu şişeyi kaptı ve baktı.
‘Bu mu?’
Kyal kafasıyla onayladı.
Diğer taraftan Tibor Magneff’in sesi duyuldu.
‘İyi misiniz?’
‘Evet, efendim’ dedi Silar, bir yandan da şişeye bakıyordu. Genç adamın gözlerinde açıklayamadığı bir şeyler vardı.
‘Efendim’ diye bağırdı gözlerini şişeden ayırmadan.
‘Belki bir şansımız olabilir.’
Kyal ve diğerleri ne olduğunu anlayamadan Silar şişeyle birlikte kapıya doğru fırladı. Kyal, komisyonerin bağrışlarını duydu; ama kelimeler alevlerin sesi ve Silar’ın ölümüne koşarken attığı çığlığın altında ezilmişti.
Silar her tarafı yanan kapıdan koşarak çıktı ve ucundaki ipin yandığı şişeyi ejderhaya doğru fırlattı. Bir an hiçbir şey olmadı. Kyal’ın ilk aklına gelen Silar’ın ıskalamış olabileceğiydi: ama bir an sonra gece bir kez daha aydınlandı hem de dev kanatlı yanan bir meşale tarafından.
Altın göz acıyla haykırdı ve kanatlanarak yükseldi. Kyal ve diğerleri için bekledikleri fırsat buydu. Dışarı çıktılar. Ejderha yanan kocaman bir ateş böceği gibi dans edercesine daireler çizerek uzaklaşıyordu.
‘Vakit kaybetmeyin!’ diye bağırdı komisyoner.
Haklıydı. Kyal ejderhayı seyretmeyi bırakarak atların bağlı olduğu tarafa yöneldi. Atlar ejderhanın ilgisini çekmemiş olmalıydı. Yoksa bu lezzetli ve bağlı avları asla affetmezdi.
Atlara bindiklerinde gökyüzüne baktılar; ama Altın gözden bir işaret yoktu. Tibor Magneff, onbaşı Chadsun, Silar ve Kyal dörtnala at sürmeye başladılar. Ölüm uzaklaşınca Kyal’ın halsizliği ve ağrıları geri dönmüştü. Atın üstünde her sıçrayışında kaburgalarına bıçaklar batıyordu. Gecenin karanlığında bir süre bu şekilde gittikten sonra Kyal daha fazla dayanamayacağını anladı ve atını durdurdu.
‘Ne yapıyorsun sen genç adam. Geri dönerse ne olacağını biliyorsun değil mi?’
‘Neler oluyor Kyal?’ Chadsun endişeliydi.
‘Daha fazla devam edemem. Kaburgalarım…’
‘Efendim, siz gidin ben onun başında dururum. Biraz dinlenince biz de yola çıkarız.’
Magneff yardımcısına döndü;
‘Silar, bu gece bana uzun süreden beri ilk defa birisi hakkında yanıldığımı gösterdin. Sen iyi bir komisyoner olacaksın. Tabi yaşarsak.’
Cümlenin son bölümü hariç geri kalanının Silar’a ne ifade ettiği bu yarı karanlık gece de bile yüzünden görülebiliyordu. Kyal genç adamı kıskandığını hissetti; ama nedenini bilmiyordu. Takdir edilmek, bir yere, bir amaca hizmet etmek ve bunun için savaşmak… Kyal sadece hayatta kalıyordu.
‘ Kaburgalarının birbirine girse bile umurumda değil. Şimdi gidiyoruz.’
Tekrar yola çıktıklarında Kyal, Magneff’e lanetler okuyordu.
Gecenin en karanlık anında, dört adamın az önce yaşadıkları tehlikeyi geride bıraktıklarına inanarak rahatlamaya başladıkları bir anda gökyüzünde kanat sesleri duyuldu. Flap, flap, flap… Dev kanatlar karanlığın içinde ölümün sesi oldu bir anda…
‘Efendim duydunuz mu?’
Silar’ın sorusu yersizdi çünkü ejderhanın tepelerinde, çok yakın bir yerlerde olduğu belliydi.
‘Daha hızlı!’ Tibor Magneff’in cevabı oldu. Bu andan itibaren söylenecek hiçbir şey yoktu. Tundra’ da tan yerinden hemen önce at sürerken, ölümün kanatları daha da yakınlaşmıştı.
Birden Chadsun haykırışları duyuldu. Kyal vücudundaki kanın donduğunu hissetti. Onbaşının çığlığı göz alabildiğine uzanan araziye yayıldı. Ne soğuk, ne de hissettiği acı; duyduğu çığlığın yanında bir şey ifade ediyordu. Kafasını çevirdiğinde ejderhanın altın gibi parlayan gözlerini gördü. Daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu, hiçbir şeye…
Chadsun’u dev pençeleriyle omuzlarından tuttu ve günahkârları ebedi işkencelerine götürdüğü resmedilen zebaniler gibi havalandı. Dev kanatlarıyla havada asılı kalmış öylece durdu. Chadsun’u taşıyan at çatlarcasına koşarak ölümden uzaklaşmaya çalışırken Kyal, komisyonerin atını çevirdiğini gördü.
Silar’da amirini izledi. Bu adamlar çıldırmış olmalıydı. Chadsun ejderhanın pençeleri arasında ölümü kabullenmişti bile; Bu adamlar neyin peşindeydiler.
Birden ejderha yükselmeye başladı. Kyal kaçmak için aradığı fırsatı bulmuştu. Hızlı karar vermesi gerekiyordu. Hemen yön değiştirerek kuzeye döndü ve atın üstünde kalmak için son enerjisini kullanarak uzaklaştı.
Magneff ve yardımcısı kazanamayacakları bir savaşa girmişlerdi ve büyük bir olasılıkla güneşin doğuşunu göremeyeceklerdi. Bir an omzunun üstünden dönüp Chadsun’a baktı. Yaklaşık otuz adam boyu yükselen ejderha birden onbaşıyı bıraktı. Chadsun’u karanlığın içinde yere düşerken bir karaltı olarak gördü ve bir an sonra her şey bitmişti.
Yaratık hepsi için gelecekti. Tek tek hepsini öldürmeden bırakmayacaktı. Sevgili dostu Fredik’in mucizevi ateşi ile canı yanmış olmalıydı ve bunun için hepsinin canını alacaktı. Vahşi bir hayvan gibi değil; soğukkanlı bir katil gibi…
Ejderha heybetli cüssesinden beklenmeyecek bir çeviklikle boynunu kırarak Magneff ve yardımcısının olduğu tarafa doğru daldı. Kyal için izlenecek bir şey kalmamıştı. Şimdi kalan gücüyle kaçma zamanıydı.
Ülkenin bu bölgesine daha önce gelmemişti ancak tundrada geçirdiği son birkaç günde yolunu bulacak kadar çevreyi öğrendiğini düşünüyordu. Kaburgalarındaki dayanılmaz acıya ve halsizliğine rağmen olanca gücüyle atını dürtüyor hayvana rahat vermiyordu.
Bir kez daha suçlarından ve günahlarından kurtulmuş, yaşadıkları rüyalarına girip kendisini avlayacak birer kâbus olarak karanlık aklının bir kenarına kazınmıştı. Tahminlerine göre Trondaam’a giden uzun patikaya yaklaşmıştı; ama nedense içinde garip bir his vardı. Engebenin artması gerekirken hala görebildiği kadarıyla düz bir alanda at sürüyordu.
Birden yeryüzü ayağının altından çekildi. Atı kişnedi ve bacaklarının arasından kaydı. Dönerek düşüyordu… Karanlığa.
İlginizi Çekebilir
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
Berdan Sarıgöl’den Saga’nın İkinci Kitabı – U...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
S.Volkan Gün'den, Galaktik Günceler: Nareed-1
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
Tarihin Kayıp Renkleri-2 Ölümsüz Bir Dalkavuk...
Tüm kurgu severleri saygıyla selamlıyorum. Ben Volkan Gün. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1 asır önce mezun oldum. Sonsuzluk kadar uzun süre bankacılık yaptım. Yapmaktan zevk aldığım pek çok hobim oldu; ama bilim kurgu ve fantastik okumak yazmak ve izlemekten asla sıkılmadım. Bir insanın hayal gücünün milyonları peşinden sürükleyebildiğini defalarca görmüş birisi olarak en çok istediğim şey sizlerle ortaya koyduklarımız hakkında konuşabilmek, sizlere ulaşabilmek.